25 Ağustos 2010 Çarşamba

Istanbul Fashion Week 2010 25-28 Ağustos'ta İTÜ Taşkışla Kampüsü'nde ..

   Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de heyecanla beklenen, ünlü modacılarımızın ve hazır giyim sektöründeki markaların belirli günlerde, tek bir yerde toplandığı moda haftası, İTÜ Taşkışla Kampüsü'nün bahçesinde ve otoparkına kurulan büyük çadırda bugün başladı.
İstanbul'un en büyük moda etkinliği olan "Istanbul Fashion Week (IFW), İTKİB organizasyonunda, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı desteğiyle,  Birleşmiş Markalar Derneği (BMD) ve Moda Tasarımcıları Derneği (MTD) işbirliğinde düzenleniyor. Devlet Bakanı Zafer Çağlayan, İstanbul Fashion Week ve uluslararası moda fuarı Collection Premiere İstanbul'un (CPI) ortak basın toplantısında yaptığı konuşmasında, İstanbul'u finans, bilişim, kongre merkezinin yanı sıra moda merkezi yapmak istediklerini de belirtti.
   Istanbul Fashion Week, Türk markalarını dünya pazarına açmayı, bilgi akışını, çapraz iş imkanlarını sağlamayı amaçladığı gibi, yurtiçindeki marka imajını da arttırmak için yaratılmış resmi moda etkinliğimizdir. Dünya Moda Haftaları takvimine uygun olarak üçüncüsü yapılan etkinlikte; 20 tasarımcı ve 6 markanın katılımıyla gerçekleştirilecek 21 defile yapılıyor olacak. Defilelerde, Türk tasarımcılar İlkbahar/Yaz 2011 koleksiyonlarını tanıtıyor.



IFW'den Notlar:
- Sex and the City'nin kostüm tasarımcısı Patricia Field "KOZA Genç Moda Tasarımcıları Yarışması'na"  katılmaya ve gençleri izlemeye geliyor ..
- Ünlü tenisçi Anna Kournikova'da defileleri izlemek için İstanbul'da.
- Podyum ise sıkı durun bu kısım daha çok erkeklerin ilgisini çekecek "Victoria Secret Melekleri"ni ağırlıyor, Alexandra Richards 25 Ağustos'ta Atıl Kutoğlu defilesinde, Alessandra Ambrosio 28 Ağustos'ta kapanış partisindeki Koton defilesinde ..
- Elle ve İTKİB, Elle'in uluslararası baskılarındaki editörleri İstanbul'da ağırlıyacak. Böylece Türk Modası'nın tanıtımı için çok güzel bir fırsat doğuyor.
- Ünlü Moda bloggerları da defilelere davetli .. kimbilir bir gün belki ben de =))
- Amerika Elle'in stil editörü Kate Hear, Face Hunter adlı bloğu olan ve aynı isimde bir kitabı yayınlanan Yvan Rodic'de İstanbul'da olacak.
- 26 Ağustos Perşembe Saat 14:30'da Elle uluslararası editörleri ile "Türk Tasarımı'na dünya modasının neden ihtiyacı var?" konulu bir panel düzenlenecek. 
- Panel sonrası "Elle Lounge Happy Hour Party" var.
- Bahar Korçan Defilesi sonrası 27 Ağustos Cuma Saat 21:00'de, Hilton İstanbul Gün Bahçesi'nde "After Party" düzenleniyor.
- Kapanış Partisi; 28 Ağustos Cumartesi, Elle ve Koton'un işbirliğinde İTÜ Taşkışla IFW Çadırı'nda gerçekleşecek. Alessandra Ambrosio'da burada gerçekleşecek olan Koton defilesinde podyuma çıkacak.
- İstanbul Fashion Week kapsamında "İstanbul Moda Öyküleri ve fotoğraf sergisi" etkinlikleri düzenlenecek. Moda ve sanatı birleşimini  bunun da şehre yaptığı etkiyi sergide izleyebileceğiz.
- Dünyayı gezen Hüseyin Çağlayan'ın retrospektif sergisi de biz modaseverler ile buluşacak. Sergi İstanbul Modern Sanat Müzesi'nde 24 Ekim'e kadar saat 10:00-18:00 arası ziyaret edilebilecek. Gitmeyi düşünenler için biletler tam: 10TL, İndirimli (12 yaş ve altı, engelliler, üyeler): 5TL, 10 kişi ve üzeri gruplar: 8TL

Katılımcı Markalar: Argande, Avva, Damat/ADV, Gizia, Koton, Punto Deri
Katılımcı Tasarımcılar: Arzu Kaprol, Atıl Kutoğlu, Bahar Korçan, Bora Aksu, Deniz Mercan, Mehtap Elaidi, Gamze Saraçoğlu, Günseli Türkay, Hatice Gökçe, Lug Von Siga/Gül Ağış, Nejla Güvenç, Niyazi Erdoğan, Özgür Masur, Özlem Kaya, Özlem Süer, Rana Berna Canok, Simay Bülbül, Tuvana Büyükçınar, Zeynep Erdoğan, Zeynep Tosun.

Program:
1.Gün 25.08.2010                    2.Gün 26.08.2010
12:00 Gizia                               12:00 Karma 1 - Gül Ağış, Zeynep Tosun, Zeynep Erdoğan
14:00  Atıl Kutoğlu                   14:00 Simay Bülbül
16:00 Deniz Mercan                 16:00 Punto Deri
18:00 Günseli Türkay                18:00 Mehtap Elaidi
21:00 Bora Aksu                      21:00 Arzu Kaprol

3.Gün 27.08.2010
10:00 Argande
12:00 Karma 2 -  Niyazi Erdoğan, Necla Güvenç, Tuvana Büyükçınar, Rana Berna Canok
14:00 Özgür Masur
16:00 Hatice Gökçe
18:30-20:30 Bahar Korçan

4.Gün 28.08.2010
12:00 Özlem Kaya
14:00 Gamze Saraçoğlu
16:00 Avva
18:00 Özlem Süer
21:00 Koton
21:00 Damat/ADV

İstanbul Fashion Days 2009


 
Gizia





Atıl Kutoğlu



Deniz Mercan


Günseli Türkay

                   

                                                                          Bora Aksu

20 Ağustos 2010 Cuma

Harikalar Kumpanyası'na Davetlisiniz .. (Seher için ..)

 Mağazalarda hep aynı tarzdaki giysileri görmekten sıkıldıysanız, farklı tasarımlar, yeni yerler keşfetmeyi seviyorsanız, mutlaka Nişantaşı -Topağacı'ndaki "KUMPANYA 62"'ye uğramalısınız. Mağazanın yaz başındaki açılışına kardeşim Seher Şehirli sayesinde katılmıştım.  Seher'in mezun olduğu LaSalle Akademi'den Şansım Sudi adlı bir arkadaşının ve Bahar Arasan'ın mağazası burası.Ve 12 genç tasarımcı (sınıf arkadaşı), burada tasarımlarını sergileyip birbirlerine destek oluyorlar. Gerek mağazanın konsepti, gerekse içerideki birbirinden ilginç tasarımlar oldukça güzeller.

İlk koleksiyon "Alice Harikalar Diyarı'nda" konsepti ile hazırlanmış ve dükkanın ismi de buradan geliyor 62 tavşanı .. Tasarımların hepsi kendi imzalarını taşıyor ve alt kattaki atölyede yaratılıyor. Koleksiyonların her sezon farklı bir konsept belirlenerek oluşturulması planlanıyor.

Tasarımların sahipleri; ikisi arkadaşım olan Seher Şehirli ve Filiz Dânâ, Şansım Sudi, Başak Kurt, Leylan Gökçe, İpek Arnas, Gonca Karadeniz, Tanya Çankar, Tuğçe Ülkümen, Vivet Yeruşalmi, Zeynep Yavuz gibi isimlerin yanında Hotiç'e yaptığı tasarımlardan tanıyabileceğiniz Güneş Köprülü'nün çantaları, Bilge Köprülü'nün ayakkabı tasarımları ve Ayşe Deniz'in takı tasarımlarını bu neşeli mağazada bulabilmeniz mümkün ..
Genelde 36-38 bedende üretilen koleksiyondaki giysilerin, isteğe bağlı olarak, alt kattaki atölyede farklı beden ölçüleri de dikilebiliyor. Tasarımlar moda severleri Alice ile harikalar diyarına bir yolculuğa çıkarıyor. Keyfini çıkarın ..




Seher Şehirli


 

Güneş Dericioğlu

Ceket - İpek Arnas

          İpek Arnas    



Seher Şehirli                                                   Filiz Dânâ
Şansım Sudi        (Sudi Etüz)                               Leylan Gökçe
Tuğçe Ülkümen                                   Tanya Çankar



18 Ağustos 2010 Çarşamba

Tango, Carlos Gardel, Buenos Aires ve Tango Kıyafetleri .. (Işıl, İlker, Ceyda ve Nicole için / Para Işıl, İlker, Ceyda y Nicole)


Tango kelimesinin kesin bir etimolojik kökeni yoktur. Afrika Dillerinde kullanılan bir yer adından ya da Latince'de Tangere ( Dokunmak ) fiilinden türemiş olma olasılığı büyüktür.Tango 1850-1860 yılları arasında Büyük Rio de Plata'nın başlıca kentlerinde özelliklede Buenos Aires'in kenar mahallelerinde doğdu.


Tango Nedir ?

Tehlikeli yakınlaşmaların, inatçı karşılaşmaların dans, müzik ile şarkı eşliğindeki tarihtir. Öfkeli,kavgacıdır.
Ama aynı zamanda bir felsefe bir strateji, duyguların yayılıncı dolaşımında egzotik ile tutkulu bir meta,dahası bir hastalıktır. Her kentin müziğinde o yöre insanının kimliğini bulabileceğimiz gibi, sokaklarında kendiliğinden

doğmuş mırıltıların, seslerin, sevinçler ile hüzünlerin herhangi bir melodide somutlaştığını görebiliriz.Aynı biçimde Tango da Buenos Aires ile Buenos Aires'linin müziğidir. 19.yy. ın sonlarına doğru Buenos Aires bir tür yalnız insanlarca istila edilmişti. Bu insanlar genellikle şehrin bakımsız kenar mahallelerinde pansiyonlarda, genelevlerde, karanlık sokaklarda şarap ile Cana  denilen bir tür şeker kamışı rakısı içiyorlar, şarkı söylüyorlar dövüşüyorlardı. Bu alt kültürün baş aktörü  Compadre yada Compadrito adı verilen kabadayı tipi idi. Compadrito ile bir fahişe olan partneri pervasız kışkırtıcı, heyecan verici garip bir Pas de deux

dansı yaparlar, bu dansın müziğinde Habanera'dan bir parça, Arjantin'e özgü Milonga'dan bir parça,en son olarak Endülüs ile İtalyan Folklorundan bir parça vardır.Bu müziğe ilkel anlamda tango diyebiliriz. Tangonun ilk müzisyenlerinin çoğu nota bilmezdi. Kulaktan kulağa ezberleyerek çalıyorlardı.Tango o günlerde kapalı, küçük çevrelerin ayıplanan, hor görülen müziğidir. Daha çok genelev dünyasında ilgi görmektedir. Başlangıçta tango Buenos Airesin toplumsal yönden yüksek düzeyde olan üyelerince kabul görmeyip dışlandı. Çünkü Tangoyu açık saçık edebe aykırı, müstehcen  bir dans türü olarak gördüler. Gerçekten de doğuşu sırasında tangonun görünümü böyleydi. Bu yüzden başlangıcının genelevler olduğu söyleniyordu ..
Tango dört ayrı fakat birbiriyle ilişkili sanat olan müzik,dans şiirsel şarkı ve yorumdan oluşur.
Buenos Aires'te bir asırdan fazla bir zamandır, yaklaşık 8 kuşak boyunca devam eden sanatçıların eseri olarak tango, tanınmış evlerin avlularında, kenar mahalle barlarında oluşan karakterini ve orjinalliğini tamamen korumuştur. Bu nedenlede tango bugüne kadar, gizliliğini,hoşluğunu ve çekiciliğini koruyabilmiştir.
Buenos Aireste gece hayatı bohemdir. Şarabın arkadaşıdır. Ve Tango özgürlüğe bağlılığıyla yaşamını sürdürmüştür. Tangoyu çalan, söyleyen ve dans edenler tangonun başka bir hayatı değil kendi yaşamlarını dile getirdiğini anlatırlar. Tango yaşanır da aslında her sosyolojik olay yeni bir tangodur..


Tango’nun evrimi:

Benim için Tango Carlos Gardel *demektir .. Çoğunuzun bilmediğine eminim, ben de 2008'deki Arjantin seyahatimde tanıştım kendisiyle, aslında yıllardır kulağım aşinaymış da söyleyen kişinin o olduğunu bilmiyormuşum. " Por Una Cabeza  ve Mi Buenos Aires Querido " ..
* Carlos Gardel (11 Aralık 1887/1890 - 24 Haziran 1935 Medellín, Colombia) tango tarihinin unutulmaz figürlerinden birisidir. Uruguay'da doğmuştur. Kendisine “Carlitos”, “Tango'nun Kralı”, “El Mago” (Sihirbaz) ve ironik bir biçimde “El Mudo” (Sessiz) gibi isimler yakıştırılmıştır. Gardel'in Alfredo La Pera ile birlikte ortaya çıkardıkları günümüzde artık klasikleşmiş tangolar arasından en önemlileri şunlardır:
Mi Buenos Aires Querido, Cuesta abajo, Amores de estudiante, Soledad, Volver, Por Una Cabeza ve El día que me quieras. Büyük bir bölümü Astor Piazzola'nın daha modern altyapılı ve enstrümental tangoları üzerine kurulu "tango" (Carlos Saura) filminde dahi filmdeki yönetmen/ koreograf tayfasının topluca beyaz perdede Carlos Gardel izleme sahnesi ile 1930'larin başından bir videosu ile filmde yer alabilmiş bütün dünyada "Tango'nun Kralı" kabul edilen tango deyince ilk akla gelen kişidir.
Medellin-Kolombiya'da bir uçak kazasında ölümünden bu yana (1935) yazdığı/ söylediği halis Buenos Aires tangolarının üstüne aynı duygusal yoğunluğu taşıyan tango söylenemediği, bestelenemediği tümünün Gardel'in gölgesinde kaldığı çoğu kişi tarafından söylenir; bu kadar sevilmesi sayılmasından dolayı bir çok filmde (Hollywood filmleri de dahil) Carlos Gardel tangoları kullanılmış film karakterleri filmin bir sahnesinde mutlaka Carlos Gardel şarkıları ile tango yapmışlardır. Örneğin Micheal Radford'un; neredeyse herkesi ağlatan Il postino filminde Ülkesi Şili'den Sicilya'nın bir köyüne sürülen şair Pablo Neruda (philippe noiret) ile eşinin köy evinin salonunda Carlos Gardel'in "Madreselva" sı ile yaptıkları tango sahnesi unutulmazdır ..1912 yılında çıkarılan Kadınların Evrensel Oy Kullanma Hakkı yasası insanlara yeni bir özgürlük anlayışı getirmiş, Tango’ya da yeni bir hız kazandırmıştı. Artık Tango yapmak isteyen insanlar yalnızca alt sınıfa ait değildi, yüksek sosyete mensupları arasında Tango partileri vermek moda haline geldi ve Buenos Aires’in zengin mahallelerine kısa sürede bir çok Tango salonu açıldı.



Tango’nun ünü Güney Amerika’dan New York, Londra ve Paris’e de yayıldı; buralarda Tango dersleri verilmeye başladı.

Birinci Dünya Savaşı sırasında insanlar, savaşın şiddetinden kaçış yolları aramaya başlamışt ve zamanın karışıklığına rağmen Tango unutulmamıştı. Artık zaman değişiyordu ve yeni bir özgürlük havası esmeye başlamıştı. Tango macerası bu duyguların bir yansımasıydı ve tangoya olan talep gittikçe artıyordu. Savaşın sona ermesi ile birlikte Tango, 1920′li yıllarda altın çağına girdi. Birinci Dünya Savaşı'ndan çok kısa bir süre sonra Tango Fransa'ya taşındı. Fransız sosyetesi Tangoyu bağrına bastı. Avrupa'da yaygınlaşmaya başlayan tango biraz değişime uğramıştı. Tango'nun Fransız sürümü özgününe göre daha duygusal, daha melankolik, daha az ihtiraslıdır. Tango'nun Paris'teki bu büyük başarısından sonra Arjantin'de halka açık yerlerde tango yapılmaya başlandı.1930 yılındaki ani askeri darbe vatandaşların oy verme hakkını ve dolayısıyla insanların kendilerini ifade etme özgürlüğünü, yani tangoyu ellerinden aldı. İşte bu dönemde, şu sözleriyle ünlü, çok kötümser bir tango filozofu/vokalisti çıktı ortaya; Enrique Santos Discepolo: “20. yüzyıl bir çöp yığınıdır. Bunu kimse inkâr edemez”.

Arjantin halkının politik özgürlüklerini büyük ölçüde yeniden ele geçirmeleri ile birlikte Tango, 1930′lu yılların sonlarında tekrar canlanmaya başladı. İnsanlar sosyal yükselişlerini, fiziksel yalnızlıklarının bir simgesi ve hayatlarının bir parçası haline gelmiþ olan Tango dansı ile kutluyorlardı.

Bu dönemde aralarında Fresedo, de Caro, Pugliese ve Anibal Troiro olan ve Tango’ya yeni bir yön veren sanatçılar ortaya çıktı. Tango Avrupa ve Kuzey Amerika’da daha popüler hale geldikçe, Buenos Aires’teki popülaritesi önceden görülmemiş düzeylere erişti. Bazı müzisyenler Tango’yu müziksel bir sanat dalı olarak yeni ve yaratıcı yollarla yorumlamak için çalışmaya başladılar. Bu müzisyenler ve besteciler çok takdir ediliyordu ve Buenos Aires ve ötesinde herkesçe tanınan insanlar olmuşlardı. Bandoneon çalan sanatçılar neredeyse tanrı gibi görülüyordu.

Ancak insanları etkileyenler yalnızca müzisyenler değildi büyük dansçılar da bir hayli beğeni topluyordu. Belki de en çok tanınan ve hafızalarda en uzun süre yer edinen sanatçı El Cachafaz (Jose Ovidio Bianquet) idi. Carmencita Calmeron ile dans eden El Cachafaz halkın büyük sevgisini kazanmıştı. Son zamanların en büyük Tango dansçıları ise Juan Carlos Copes ve Maria Nieves’dir. Onlar Tango dansının simgesi haline gelmiştir ve kendilerini seyredenleri mutlaka etkileyip onlara ilham kaynağı olurlar. Yakın zamanda dünya çapında yapılan muhteşem gösterilerde meşhur olan Tango dansçıları yetişmiştir. Ancak onların stili şov Tango’sudur ve bu tarz yıllar geçtikçe Buenos Aires’in orijinal Tango’sundan uzaklaşmaktadır. Tango Avrupa’da geniş çaplı bir evrim süreci yaşamıştır. Arjantin Tango, uzun süredir Avrupa’da kabul görmüş olan dans stilleri ile uyuşmuyordu ve orijinal Tango süratli ve acımasız bir şekilde değiştirildi.


Salon etrafında dolaşıma imkân veren yürüyüşler bulundu ve Tango’nun baştan çıkarıcı karakteri daha hızlı, daha sert ve daha saldırgan ritimler altında ezilmeye başladı. 1950li yılların Buenos Aires’inde Tango düşüşe geçti. Juan Peron 1946 yılında devlet başkanı olmuştu ve bu dönemde Tango popülaritesinin zirvesine erişti, Peron ve eşi Eva Peron da Tango sevdalısıydı. Fakat 1952 yılında Evita’nın ölümü ile birlikte Tango yeniden gözden düşmeye başladı.

Amerikan Rock’n'Roll müziği ortalığı kasıp kavuruyordu ve Tango yine zamanına ait olmayan bir dans olarak görülmeye başladı. Göç edenler artık kendilerini yabancı olarak görmüyorlardı, Arjantin’li oldukları fikrini benimsemişlerdi ve artık Tango’nun onların ülkelerine olan hasretlerini hafifletici bir özelliği kalmamıştı. Ekonomik düşüş, 1940′ların tipik büyük Tango toplantılarının ve orkestra dinletilerinin düzenlenmesini çok zor bir hale getirmişti. Tango müziği hala küçük gruplar tarafından icra ediliyordu ama artık izleyiciler dans etmektense dinlemeyi tercih ediyordu. 1960′lı yıllarda müzisyenler ve besteciler, “El nuevo Tango” (Yeni Tango) tarzı üzerinde çalışıyorlardı. Bu tarzın popülaritesi arttıkça Tango dansına olan ilgi azalmaktaydı. Aralarında Osvaldo Pugliese’nin de olduğu bazı önemli orkestralar ve besteciler, Arjantin’de ve yabancı ülkelerde izleyicilere Tango müziği çalmaya devam ettiler.
1950 ile 1980 yılları arasında Arjantin'de Askeri Yönetimler halkın ahlaki-moral değerlerini zayıflattığı gerekçesiyle Tango'yu yasakladılar. Ama Tango o dönemde bütün dünyada sevilen bir dans olmaya, yayılmaya devam etti.


1980′lerde büyük bütçeli yapımlar için dünya turları düzenlemeye başladı ve Arjantin dışında Tango’ya olan ilginin yeniden canlandı. Bu akımın etkisi öyle büyük oldu ki, yepyeni bir nesil Tango ile ilk defa tanıştı. Bu dönemde Kuzey Amerika’da, Avrupa’da ve Uzak Doğu’da Tango kulüpleri, salonları ve okulları açılmaya baþladı. Tango, başlangıç yıllarındaki mütevaziliğinden sonra çok yol kat etti, ancak daha gitmesi gereken çok yolu var. Tarihi; efsanelerle, romantizmle ve nostaljik göndermelerle dolu. Tango, insanın duygularını, onun ümitlerini, hayal kırıklıklarını ve yaşamın kendisini yakalayan, aşırı dokunaklı bir dans ..


Türkiye'nin Tango ile tanışması, Cumhuriyet'in kabulünden hemen sonraya rastlar. Medeni yaşamda batıya yönelik yenilemelerin arasında dans da gelmektedir. Fakat Arjantin tango uzun yıllar Türk insanı tarafından benimsenmedi. Bunun en önemli nedeni dans stilinin fazla açık bulunmasıydı. Avrupa'da değişime uğramış stili benimsenmeye başlandı. Ama yine de erkekler ile kadınlar hiçbir zaman gerektiği gibi yakın dans etmediler. Tango ve Türkiye ilişkisiyle ilgili asıl inanılmaz olan, Türkiye'nin dünyada Tango'nun ulusal bir marş gibi söylendiği tek ülke olması. Ulusal marş gibi söylenen şarkı ( La Cumparsita ) Türkiye'de her düğünün açılış şarkısıdır.


Türkler tarafından benimsenmeyen Tango Dansı, Türkçe Tango şarkıları ile Türkiyede bir devir açmış oldu.

                                                                  Tango Kıyafetleri




Tango'ya başladığımda bu elbisenin aynısını istiyorummm ..