5 Mayıs 2012 Cumartesi

Gümüş ekranın parıltılı simgesi .. AUDREY .. iyiki doğdunn

Audrey Hepburn 20.yüzyılın zarif ve parıltılı Holywood simgesidir. Üzerinden yıllar geçse de ihtişamından hiçbir şey kaybetmeden bir çok kişinin idolü olmuştur.
4 Mayıs 1929 yılında Brüksel Belçika'da doğan Audrey'nin annesi Hollandalı bir barones, babası ise İngiliz bir bankacıydı. Küçük kız annesi ve babası o bir yaşındayken ayrılınca annesiyle Londra'da yaşamaya başladı ve babasını bir daha hiç göremedi. Burada sadece kızların gittiği yatılı özel bir okulda okudu. Evi terk eden ve 20 yıl sonra artık uluslararası bir şöhret olduğunda yeniden gördüğü babasının yokluğu da Hepburn'ü derinden etkilemiş.10 yaşına geldiğinde annesi ikinci kez evlendi ve Hollandaya taşındılar. Hollanda, Arnhem'de tatildelerken, Hitler şehri işgal etti. Nazi işgali boyunca Audrey çok zor zamanlar geçirdi. Bu sebeple kötü beslendi ve depresyona girdi. 2.Dünya Savaşı boyunca geçirdiği tüm sıkıntılara rağmen, Nazilere karşı olan sivil harekete katıldı. Onları desteklemek için dans edip para topladı. 

Savaş bitince Londra'ya geri dönerek bir bale okuluna yazıldı. Bu aynı zamanda modellik kariyerinin de başlangıcıydı. Küçüklüğünden beri sinemanın hayalini kuran Hepburn, 1948 yılında Londra'da "High Button Shoes" adlı operada, sahneye ilk adımını atmış oldu. 1950'de "One Wild Oat" adlı filmde küçük bir rol aldı. Bu onun rol aldığı ilk uzun metrajlı filmiydi. 1951’e gelindiğinde Audrey sinema filmlerinde küçük roller almaya devam ediyordu. Bu filmlerin arasında "Young Wives’ Tales ve The Lavender Hill Mob da vardı. Bu filmlerde rol aldığında 22 yaşındaydı ancak Broadway yapımı olan Gigi'de rol almak üzere New York'a gittiğinde Holywood'un bütün ilgisini üzerine çekti. - Bir dip not vermek isterim mutlaka Gigi'nin beyaz perdeye aktarılmış başrollerini Leslie Caron ve Louis Jourdan'ın paylaştığı 1958 Oscar ödüllü halini izlemelisiniz. Harika bir romantik komedi müzikal .. kendinizi o yıllarda yaşıyor gibi hissedeceksiniz ve o zamanki eski filmlerin tadının şimdikilerden çok farklı olduğunu göreceksiniz :)

Audrey ve Broadway'e geri dönersek; Gigi rolüyle üzerine çektiği ilgi, 1953 yılında Holywood yapımı bir filmde başrol oynamasını sağlayacaktı. Ve bu film Roman Holiday'di .. Filmde Avrupa'nın kraliyet ailelerinden birine mensup bir prensesin, diplomatik Roma ziyareti sırasında resmi protokollerden sıkılarak gizlice elçilik binasından kaçması ve sıradan bir genç kız görünümünde sokaklarda dolaşırken Amerikalı bir gazete muhabiri ile tanışmaları, şehri gezerlerken birbirlerine aşık olmaları anlatılmaktadır. Film tam 10 dalda aday gösterildiği Akademi Ödülleri'nden üçünü kazanmıştır. Yönetmen William Wyler, Prenses Ann karakteri için başta Elizabeth Taylor'ı düşünmüştü ancak Wyler, Hepburn'ün ekran testindeki doğal zerafeti ve oyunculuğuna hayran kaldığı için rolü ona verdi ve şu sözleri söyledi. "Aradığım herşey onda vardı:masumiyet,yetenek ve cazibe.ayrıca o çok komikti." - Gerçekten de ekran testini imkanınız olursa izlemenizi tavsiye ederim. Özellikle savaş yılları sorulduğunda yüzündeki hüzün, sonrasındaki oyunculuğu ve mizah yeteneği aslında o zamanki Holywood yıldızlarından ne kadar farklı olacağının işaretini veriyor.. Başrolü paylaştığı Gregory Peck'de kendisindeki bu ışığı farketmiş olacakki, yönetmene film afişinde Audrey'nin isminin kendisiyle aynı yerde yazılmasını istiyor. Film vizyona girdiği andan itibaren hasılat rekorları kırıyor ve En İyi Kadın Oscar'ını kazanan güzel, sempatik Audrey bir anda ismini Holywood yıldızları arasına yazdırmış ve beyaz perdenin aranan isimlerinden olmuştu .. Roma Tatili; 1954 Kasım ayında İstanbul'da Lale, Ar ve Elhamra sinemalarında aynı anda gösterime girmiş ve haftalarca vizyonda kalmıştır. Filmin asıl senaristi Dalton Trumbo (1905-1976) o zamanki Amerika'da komunizm karşıtı hareketler olduğundan kara listeye alınmıştı bu sebeple filmin açılış yazılarında adı geçmiyordu kimse senaristin o olduğunu bilmedi. Oscar ödülünü onun yerine adı geçen, Ian Mclellan Hunter aldı ve filmden kazanılan parayı  asıl sahibine teslim etti. Akademi 1992'de Dalton Trumbo'nun ölümünden tam 16 yıl sonra hakkı olan itibarı kendisine iade etti ve ödül kayıtlarını değiştirip Hunter'dan geri aldı. 1993 yılında bir törenle Trumbo'nun eşine iade etti. Roma Tatili , Amerika'da "kültürel, tarihi ve estetik önemi olan " kült filmlerden biri olup Kongre Kütüphanesi'nin Ulusal Film Arşivleri arasında muhafaza edilmesi sağlanmıştır.

Audrey; bu filmden sonra 1954 yılında (ülkemizde de uyarlamaları, taklitleri çekilen) "Sabrina" adlı sinema filminde Humphrey Bogart ve hayatı boyunca kendisine aşık kalacak William Holden'la beraber başrol oynamıştır. Billy Wilder'ın yönetmenliğini yaptığı bu filmden de Audrey bir Oscar adaylığı kazanmıştı.

Daha sonra Hepburn "War And Peace", "Funny Face", "Love in the Afternoon", "Green Mansions" ve "The Unforgiven" gibi filmlerde rol aldı. 1957 senesinde ki Billy Wilder Love in the Afternoon filminde Gary Cooper ile oynar, bu iyi bir aşk filmidir. Kariyerinin bu kısmında dönemin en ünlü yönetmenleri ve aktörleri ile çalışan Hepburn çalıştığı herkesi kendine hayran bırakıyordu. O yalnızca güzel ve yetenekli bir oyuncu değil aynı zamanda zarif bir hanımefendiydi. Güzel yıldız daha sonra "My Fair Lady", "Breakfast at Tiffany's" ve "Wait Until Dark" gibi filmlerle büyük başarı kazandı.1962'de Tiffany'de Kahvaltı'da George Peppard ile başrolleri paylaştı ve usta Yönetmen Blake Edwards tarafından yapışmış bir filmdir. Burada git geller yaşayan bir kadının iç dünyasını oynar.(- tıpkı kendi özel hayatında yaşadığı gelgitler gibi - William Holden ve Mel Ferrer)

Ondine With Mel Ferrer isimli oyunda rol almak için tekrar Broadway’e dönen Hepburn, bu oyun sayesinde ilk kocasıyla tanıştı. Rol arkadaşı Mel Ferrer ile sahnedeki yakınlıkları nikah masasına taşındı ve çift 25 Eylül 1955’te İsviçre’de evlendi.
Ancak Audrey Hepburn, bu başarılı oyunculuk kariyerinin yanında birçok yıldız oyuncu gibi özel hayatıyla da sürekli gündemde kaldı. Gerek William Holden ile yaşadığı fırtınalı aşk gerek Mel Ferrer ile yaptığı sorunlu evlilik tüm dünya tarafından yakından takip edildi. Hepburn'un Mel Ferrer'den Sean adında ve Dr. Andrea Dotti'den Luca adında iki çocuğu oldu. William Holden kendi içinde yaşadığı aşktan çıkamayarak kendini alkole verdi. Ve 1981 yılında vefat etti.

Kariyerinde hızlı ve sağlam adımlarla ilerleyen Hepburn, Holloywood tarihine damgasını vuran önemli oyunculardan biridir. Halen dünyanın en güzel ve zarif kadınlarından biri olarak anılan Hepburn, 1980 yılından itibaren UNICEF’in iyi niyet elçisi olarak da tüm dünyada çalışmalarını sürdürdü.Savaş yıllarında kendisinin yaşadıklarından ders alarak herkese yardım etmeye çalıştı.

Başarılı, güzel ve iyi kalpli Audrey kolon kanserine yakalandı ve 20 Ocak 1993 yılında ailesi ile birlikte yaşadığı İsviçre Tolochenaz’daki evinde hayata gözlerini yumdu.

 "Korkunun üstesinden gelmeden cesaretin ne olduğunu bilemezsiniz, acıyı tatmadan mutluluğun değerini anlayamazsınız" yorumunu yapıyor kitabında Audrey Hepburn-Mel Ferrer çiftinin tek oğlu Sean Ferrer.

Ona göre annesinin 'yaşam senaryosu' üç bölümdü: Oyunculuk kariyeri, oğulları (ıtalyan Andrea Dotti'den de bir oğlu vardı) ve UNICEF çalışmaları.

Ferrer, "Çocukluğunuzda yaşadığınız olaylar izler bırakır. Büyüdüğünüzde geçmişi mantığınızla kavrayabilirsiniz ama üzerinize sinmiş hüznü atmanız mümkün değil. Annem yaşadıkları yüzünden zordaki çocuklara yardım etmek gereğine inanırdı. Yalnız bir tas çorba ya da vitamin verip değil, onları fiziksel olduğu kadar duygusal açıdan da korumak gerektiğini düşünürdü" diyor.

43 yaşındaki yapımcı Ferrer, kitabında Hepburn'ün 1929'da Brüksel'de başlayan mutsuz çocukluğundan, mide-kolon kanserinden ölümüne kadar ünlü yıldızın hayatını anlatıyor. "Öldüğünde kızgın değildi, sadece tekrar ameliyat edilemediği için hayal kırıklığına uğramıştı" diyor Ferrer ve ekliyor: "Ona göre ölüm yaşamın doğal bir parçasıydı"  Hepburn’ün hayatı boyunca verdiği mücadeleyi oğulları omuzladı. Zor durumdaki insanlara yardım için anneleri gibi kolları sıvayan Sean Ferrer ve Luca Dotti bir yardım fonu oluşturdu.


Ölümünün üzerinden 19 yıl geçse de, onunla 1950-60larda genç olanlar ve filmlerine, hayatına canlı şahit olanlar ile o yılları okuyarak ve büyüklerimizden öğrenen bizler Audrey'i hiç unutmadık. 4 Mayıs'ın doğumgünü olması sebebiyle O'nun anısına bu yazıyı yayınlıyorum.
Huzur içinde yat Audrey. Yarattığın moda akımı, insanlığa verdiğin mesajların, yaptığın başarılı filmler hep hatırlanacak ..


Mini eteğin yaratıcısı Mary Quant, Audrey için; " O gelmiş geçmiş en zarif giyinen kadındır" diyor.
ELLE dergisi  güzellik editörü olan Rossie Gren de Audrey'nin "Doğal güzelliğin vücut bulmuş hali" olduğuna dikkat çekiyor.

1950'li yıllarda beyazperdede gösterilen her film, o zamanın genç kızları ve stil düşkünü hanımları için heyecanla beklenen bir moda akımının habercisiydi. Filmlerde başrol oynayan karakter, olduğundan daha büyük gözüküp, giyim stili karakterini yansıtırken, tüm dünya onunla kendini özdeşleştirirdi. Yani beyazperde o zamanın modası için çıkış noktasıydı .. O yıllarda Hollywood'daki herkesten farklı olarak Audrey, kendi farklı tarzı ve duruşuyla, hem beyazperdeye hem de moda dünyasına yepyeni bir kimlik kazandırmıştır. Zarif bir hanımefendi görüntüsüne çocuksu bir hava vererek, özgür kadını temsil etmiştir. Özellikle Breakfast at Tiffany's deki rolüyle tüm dünyayı etkisi altına almıştır.

Beyazperdede ilk göründüğü andan itibaren, herkesin gözlerini kendi üzerine çekmeyi başaran, hem beyazperde hem de moda dünyasına, Audrey Hepburn adını altın harflerle yazdıran bu güzel kadın, zarif uzun ince bedeni, güzel ve masum yüzü, aristokrat tavırları, sade minimalist şıklığıyla halen tüm kadınlar için moda ikonu .. Günümüzde de kadınlar ona benzeyebilmek için saçını, makyajını onun gibi yapıp, onun gibi giyinerek Audrey'i kendilerine örnek alıyorlar.

Siz de benim gibi bir Audrey hayranıysanız, gardrobunuzda aşağıdakilerin mutlaka olması gerekiyor :)



1) Siyah elbise : 1926 yılında Fransız tasarımcı Coco Chanel "küçük siyah elbise - little black dress (LBD)" yi poplüler tasarımları arasına aldı. Yıllar sonra, Breakfast at Tiffany's de Audrey, Holly Golightly olarak aynı tarzda Givenchy marka bir elbise giydi. Ve bu elbise "En İyi Kostüm" seçildi.











2) Trençkot : Yagmurlu gunlerde bizimle olan trençkotlar, gozumuzun onune Audrey'nin trençkotlu pozlarını getirmiyor mu??? Siyah elbise gibi onlar da hayatımızın olmazsa olmazı .. Breakfast at Tiffany's in yagmurlu romantik sahnelerindeki Holly ile gerçek yaşamdaki Audrey icin de trençkotlar vazgecilmezdi.








3) Babetler :  "Funny Face"te babetleriyle dans eden Audrey'i gözünüzün önüne getirin .. Babetler hem rahatlığı hem de sıklıgıyla, Audrey tarzının olmazsa olmazı .. Her kıyafetin altına giyilebilecek olan babetler, bizleri şıklık tamamlayıcısı ..

4) Kapriler : Kapri babet kombinasyonunu, üzerine uzun bol bir gömlekle tamamlayabilirsiniz.

5) Aksesuarlar : Audrey'nin takıları hep gösterişli mücevherler, kocaman gözlükler, büyük şapkalar, incilerdi. Bunları sade giysileriyle tamamlardı ..


6) Fular:  İnce uzun boynuna, değişik şekillerde bağladığı fularlarla Audrey hep göz önündeydi.

7) Saç & Makyaj : O zamanın modası makyajda eyelinerı kalınca çekmek, kalın kaşlar, kalemle dudakları dolgun kalkık göstermek, belirgin elmacık kemikleri ..

8) Kitten Topuk : Audrey sayesinde moda olan başka bir akım daha .. 1960'larda popülerliğini kaybetti ama 1980'lerde ve günümüzde yeniden ortaya çıktı.


















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder